İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM'deki haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Konuşmasında, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Gezi Direnişi'ne katılan ve destekleyen yurttaşlar için sarf ettiği 'sürtük' sözünü çok sert bir şekilde eleştiren Akşener, "Bu hakareti denize dökülmesini unutamayan Yunanlı etmedi. Bu hakareti; geçmiş yenilgisinin karın ağrısını taşıyan bir İngiliz de etmedi. Bu hakareti; Bu ülkenin Cumhurbaşkanı etti, Cumhurbaşkanı!" ifadelerini kullandı.
Çünkü biliyorsunuz ki, kendisi adeta; devletimize, milletimize ve tarihimize ait ne varsa, yıkmaktan, bozmaktan ve yozlaştırmaktan sorumlu. Aksini yapamadığı herkese ve her şeye de, uyuz oluyor… Nitekim, iki kurumumuzun yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmalarda; her zamanki gibi, yine bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı değil de, âdeta devlete karşı mücadele eden, bir fanatiği gördük. Anayasal görevi, kamu idarelerindeki, mali faaliyetleri denetlemek olan Sayıştay’a, çıktı ve her zamanki yakışıksız tarzıyla, ayar verdi. 'Açık aramayın' dedi… Yani, 'işinizi yapmayın' dedi. Ben şimdi doğal olarak, kendisine sormak istiyorum: Hayırdır Bay Kriz? Neden bu kadar korktun? Neden bu kadar çekindin? Sayıştay’ın raporları, zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi. Şimdi tehditle, baskıyla, zorbalıkla, bunun önüne geçebileceğini mi zannediyorsun? Hiç boşuna uğraşma, hiç kendini yorma. Çünkü devlet unutmaz. Haksızlık, hukuksuzluk, kimsenin yanına kalmaz. O raporlar elbet bir gün, döner dolaşır, ilgililerin yakasına yapışır.Bitti mi? Bitmedi. Aynı şekilde Danıştay’a da, hem sopa gösterdi, hem de hukuk dersi verdi. Neymiş?'Vesayete koltuk değnekliği yapan, gizli, açık örgütlerin arka bahçesi hâline dönüşen, Menfaat hesaplarının aleti olan bir yargı, Millet adına karar veremezmiş.' Peki Danıştay’ın görevi ne? Yürütme organına yardımcı olan, bir inceleme, karar ve danışma organı olmasının yanı sıra, millet adına, yargı yolu ile, denetim yapmak."
Buradan, kağıt üzerinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olarak geçen, gerçekte ise, çevremizin, şehirlerimizin ve iklimimizin tarumarına sessiz kalıp, yol veren, Murat Kurum’a ve Muğla Valiliğine sormak istiyorum: 'ÇED raporu gerekli değildir' kararını hangi çıkara, hangi amaca, ve hangi beklentiye göre verdiniz? Milletimizin gözünün içine baka baka, patlatılan dinamitlerle, millî parkımızın, ağaçlarımızın ve endemik bitkilerimizin yok oluşuna, neyin karşılığında göz yumuyorsunuz?'Kimse görmez, ne de olsa basın bizde; Kimse duymaz, ne de olsa sansür bizde; kimse bilmez, ne de olsa yargı bizde' diyerek hareket edince, yapılanlara göz yumacağımızı mı sanıyorsunuz? Eğer Muğla’mızı sahipsiz, Millî Parklarımızı da kimsesiz zannediyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Millete inat, patrona itaat anlayışınızla, devrinizin daim olacağını sanıyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Adı, Yap-İşlet-Devret, özü, “Yak-Yağmala-Yok et” projeleriniz, yanınıza kalır diye düşünüyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Çünkü artık İYİ Parti var. Milletimizin çalınan ve yağmalanan her bir karış toprağının, kopartılan her bir çiçeğinin, ağacının hesabını soracağız! Talana yol verenden de, altına imza atandan da, çanta taşıyandan da, hesap soracağız. İhaleyi alandan da, şantiye kurandan da, ranttan beslenip semirenden de, hesap soracağız. Şimdiden tüm ilgilileri uyarıyorum. Herkes ayağını denk alsın. Bunun şakası yok.O sandık, elbet milletimizin önüne gelecek. Biz de milletimizden yetkiyi alınca, göz göre göre bu ihanete paydaş olanlardan, milletimiz adına hesap soracağız. Yargıyla soracağız, Danıştay’la soracağız, Sayıştay’la soracağız! Ve ne olursa olsun; bu işin peşini bırakmayacağız! Aziz milletim; bir sandıklık siyasi ömrü kalanların, acınası çırpınışlarına, kaçınılmaz sonlarını görenlerin, hezeyanlarına, koltuğunu korumak için, tüm değerlerini kaybedenlerin, hakaretlerine maruz kaldığımız, bir haftayı daha, geride bıraktık. İktidar mensupları; sebep oldukları krizler derinleştikçe,beceriksizlikleri gün gibi meydana döküldükçe, söyleyecek yalanları, anlatacak masalları, üretecek bahaneleri kalmadıkça, artık pis dillerini, öfkelerini, nefretlerini, açık etmekten çekinmiyorlar."
Konuşmasında, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Gezi Direnişi'ne katılan ve destekleyen yurttaşlar için sarf ettiği 'sürtük' sözünü çok sert bir şekilde eleştiren Akşener, "Bu hakareti denize dökülmesini unutamayan Yunanlı etmedi. Bu hakareti; geçmiş yenilgisinin karın ağrısını taşıyan bir İngiliz de etmedi. Bu hakareti; Bu ülkenin Cumhurbaşkanı etti, Cumhurbaşkanı!" ifadelerini kullandı.
NEBATİ'YE ÇOK SERT 'DAR GELİRLİLER' TEPKİSİ
Öte yandan, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin AKP’nin Kızılcaham kampındaki, “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar” sözlerini de eleştiren Akşener, şöyle konuştu:"Böyle bir rezalet olabilir mi? Böyle bir pişkinlik olabilir mi? Yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiğiniz insanlarımızla, bir de utanmadan dalga mı geçiyorsunuz? 'Dar gelirli hariç, diğerlerinin işleri yolunda' ne demek? Dar gelirli vatandaşlarımızı, vatandaştan saymayan, böyle bir umursamazlık olabilir mi? Siz nesiniz o zaman? Bostan korkuluğu mu?""ARTIK ZAMLA YATIYOR, ZAMLA KALKIYORUZ"
Akşener'in açıklamalarından öne çıkan satırlar şu şekilde:"Atatürk diyor ki; 'Bir hükümetin iyi veya fena olduğunu anlamak için, 'hükümetten amaç nedir?' bunu düşünmek gerekir. Hükümetin iki hedefi vardır. Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır.' 1923’te yapılan bu tespitteki hakikate, bugünlerde tüm çarpıcılığıyla şahit oluyoruz. Bay Kriz ve olağanüstü ekonomi yönetimi sayesinde; artık her yeni güne, yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz. Sabah ekmeğe zam, öğlen elektriğe zam, akşam doğal gaza zam. Gece yarısı benzine, mazota zam. Artık zamla yatıyor, zamla kalkıyoruz…2 bin 500 lira reva görülen emeklilerimiz; Halk Ekmek kuyruklarında sıra bekliyor. Okula gidecek otobüs parası bulamayan gençlerimiz; umutsuzluk içerisinde gün geçiriyor. Akşam evde ne pişireceğini bilemeyen anneler; evine, et, süt, yağ, un, hatta çocuğuna bez bile alamadığı için, feryat ediyor.""BÖYLE BİR PİŞKİNLİK OLABİLİR Mİ?"
"Milletimiz güvensizlik içinde yaşarken, saray şürekasına göre her şey yolunda. Milletimiz yoksullukla boğuşurken, 5 maaşlı, 10 maaşlı, saray danışmanlarının keyifleri, her zamanki gibi yerinde. Ülkede enflasyon, makyajlı hâliyle bile, yüzde 73 buçuk olarak açıklanırken, beceriksizliğiyle göz kamaştıran Nebati Bakan çıkıp; 'Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor' diyor.Böyle bir rezalet olabilir mi? Böyle bir pişkinlik olabilir mi? Yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiğiniz insanlarımızla, bir de utanmadan dalga mı geçiyorsunuz? 'Dar gelirli hariç, diğerlerinin işleri yolunda' ne demek? Dar gelirli vatandaşlarımızı, vatandaştan saymayan, böyle bir umursamazlık olabilir mi? Siz nesiniz o zaman? Bostan korkuluğu mu? Bu sistem, sizin tercihiniz değil mi? Uçacak dediğiniz Türkiye, böyle mi uçacak? Yazıklar olsun!""TÜİK, KENDİSİNİ ERDOĞAN'A SORUMLU HİSSEDİYOR"
"Neymiş? 'Enflasyon düşüş eğilimine girmiş…' Üretim maliyetlerini yansıtan ÜFE, üç haneli sayılarda, tırmanışa aynen devam ederken; Nebati Bakan’ın bu sözlerine bakınca, anlıyoruz ki, TÜİK, sihirli değneğiyle, tez zamanda bu arkadaşımızın, yardımına koşacak. Nitekim, bunun ilk işaretlerini görmeye başladık bile… İlk önce, TÜFE ve ÜFE oranlarından sorumlu, daire başkanını görevden aldılar. Sonrasında, 20 bölge müdürünü değiştirdiler. Şimdi de TÜİK, bu aydan itibaren; domatesin, patatesin kilosunu ne kadardan hesapladığını, kira fiyatlarını, ne kadardan hesapladığını, yayımlamayacağını açıkladı.Nedenleri de neymiş biliyor musunuz? Avrupa Birliği’nden artık böyle bir talep gelmiyormuş… Şu işe bakar mısınız? TÜİK, yitip giden inandırıcılığını, geri kazanmak adına, vatandaşa daha şeffaf olmak yerine, tam tersine, 'AB’den artık böyle bir talep gelmiyor, ben de yayınlama ihtiyacı görmüyorum' diyor.Yani; kendisini, bu ülkenin vatandaşına karşı değil, sadece, Sayın Erdoğan’a karşı sorumlu hissediyor. Yani; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu değil de, Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu olduğunu itiraf ediyor. Yani; ülkemizdeki kurumsal devlet krizini, bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu vesileyle, bu rakamları belirleyen zevata, bir çift sözüm var: Açıkladığınız rakamlar, işçinin, memurun, emeklinin, maaş zammını belirliyor. Ay sonunu getiremeyen insanlarımızın vebali boynunuzda. Gelin, iki cihanınızı da karartmayın. Gelin, bu milletin ahını, daha fazla almayın. Ya görevinizi hakkıyla yapın, ya da millete karşı sorumluluğunuzun farkındalığıyla, o görevlerden, devlet insanı vakarıyla, şerefinizle ayrılın. Sakın unutmayın: Ah ile abat olan, dert ile berbat olur. Benden söylemesi…""SAYIŞTAY VE DANIŞTAY, ERDOĞAN’IN EN SEVMEDİĞİ KURUMLAR"
"Aziz milletim; ülkemizde giderek derinleşen kurumsal devlet krizi, maalesef TÜİK’le de sınırlı değil… Geçtiğimiz mayıs ayı, devletimizin iki köklü kurumunun, Sayıştay’ın ve Danıştay’ın, kuruluş yıl dönümleriydi. Biliyorsunuz ki; her iki yargı kurumumuz da, kadim devlet geleneğimizden damıttığımız, köklü kurumlarımızdır. Tabii ki böyle olduğu için de; Sayın Erdoğan’ın en sevmediği kurumlarımızdır.Çünkü biliyorsunuz ki, kendisi adeta; devletimize, milletimize ve tarihimize ait ne varsa, yıkmaktan, bozmaktan ve yozlaştırmaktan sorumlu. Aksini yapamadığı herkese ve her şeye de, uyuz oluyor… Nitekim, iki kurumumuzun yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmalarda; her zamanki gibi, yine bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı değil de, âdeta devlete karşı mücadele eden, bir fanatiği gördük. Anayasal görevi, kamu idarelerindeki, mali faaliyetleri denetlemek olan Sayıştay’a, çıktı ve her zamanki yakışıksız tarzıyla, ayar verdi. 'Açık aramayın' dedi… Yani, 'işinizi yapmayın' dedi. Ben şimdi doğal olarak, kendisine sormak istiyorum: Hayırdır Bay Kriz? Neden bu kadar korktun? Neden bu kadar çekindin? Sayıştay’ın raporları, zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi. Şimdi tehditle, baskıyla, zorbalıkla, bunun önüne geçebileceğini mi zannediyorsun? Hiç boşuna uğraşma, hiç kendini yorma. Çünkü devlet unutmaz. Haksızlık, hukuksuzluk, kimsenin yanına kalmaz. O raporlar elbet bir gün, döner dolaşır, ilgililerin yakasına yapışır.Bitti mi? Bitmedi. Aynı şekilde Danıştay’a da, hem sopa gösterdi, hem de hukuk dersi verdi. Neymiş?'Vesayete koltuk değnekliği yapan, gizli, açık örgütlerin arka bahçesi hâline dönüşen, Menfaat hesaplarının aleti olan bir yargı, Millet adına karar veremezmiş.' Peki Danıştay’ın görevi ne? Yürütme organına yardımcı olan, bir inceleme, karar ve danışma organı olmasının yanı sıra, millet adına, yargı yolu ile, denetim yapmak."
DANIŞTAY'IN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KARARI
"Hayırdır Sayın Erdoğan? İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararıyla, feshedilemeyeceğini duymak, çok mu zoruna gitti? Cübbesine düğme dikemediğin, Erdemli ve ahlaklı savcıların olmasına, çok mu bozuldun? Yargıyı tamamen vesayetin altına alamadığın için, çok mu darıldın? Bak sayın Erdoğan; Bu devlet, kimsenin babasının çiftliği değil. Bu kurumlar, kimsenin şahsi şirketi değil. Bu kurumlarda çalışan hiç kimse de, emir erin değil. Bir an önce kendine gel!Sakın aklından çıkarma: Ne yaparsan yap, Türkiye’ye diz çöktüremeyeceksin. İlk seçimde yetkiyi alıp, Türkiye’yi, içine soktuğun, bu kurumsuzlaşma çukurundan, evelallah çekip çıkartacağız. Kurucu değerlerimizi hatırlayarak çıkartacağız. Atatürk’ün koyduğu o büyük vizyona, Cumhuriyetimizin o kutlu iradesine sarılarak çıkartacağız. Sen ve arkadaşların, istediğiniz kadar yıkmaya çalışın, biz milletimizle el ele, omuz omuza verip, Türkiye’yi düze çıkartacağız! Sen de oturup, muhalefet sıralarından, memleket nasıl yönetilirmiş kıskançlıkla izleyeceksin. Şimdiden alışsan iyi edersin."AKŞENER'DEN, BAKAN KURUM'A: 'ÇED RAPORU GEREKLİ DEĞİLDİR' KARARINI HANGİ ÇIKARA GÖRE VERDİNİZ?
"Aziz milletim; vatanı sevmek; toprağını, ağacını, suyunu ve mahsulünü de sevmektir. Doğayı korumak, kollamak ve gözetmek; aslında vatanı savunmaktır. Suyun kirlenmesine, ağacın kesilmesine, toprağın yok edilmesine karşı çıkmak; bugününü, yarınını ve geleceğini korumaktır. Ama maalesef, iktidar mensupları, bu bilinçten tamamen uzak zihniyetleri ve eylemleriyle, bizleri, her gün yeni bir cephede savaşmaya zorluyor. 'Çevreciliğin destanını yazdık' diye övünenler, adeta, bizlere yaşanabilir bir çevre bırakmamak için çalışıyor. Döktüğü betonun yanına, peyzaj olarak üç beş fidan dikmeyi, çevrecilik zanneden, betonarme çapsızlık, bizlerin gönlünde, her gün yeni bir yara açıyor. Mekan değişiyor, zaman değişiyor ama cennet doğamıza edilen ihanet değişmiyor. Nitekim bugün de, sistematik bir ihanet zincirinin, son halkasına şahitlik ediyoruz. Marmaris Millî Parkı içerisinde bulunan, Kızılbük Koyu’nda, büyük bir talan, bir doğa katliamı yapılıyor. Rantiyeler yine iş başında… Yine bir otel, yine bir inşaat projesi uğruna, ormanlarımız, nefesimiz, canımız kesiliyor.Buradan, kağıt üzerinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olarak geçen, gerçekte ise, çevremizin, şehirlerimizin ve iklimimizin tarumarına sessiz kalıp, yol veren, Murat Kurum’a ve Muğla Valiliğine sormak istiyorum: 'ÇED raporu gerekli değildir' kararını hangi çıkara, hangi amaca, ve hangi beklentiye göre verdiniz? Milletimizin gözünün içine baka baka, patlatılan dinamitlerle, millî parkımızın, ağaçlarımızın ve endemik bitkilerimizin yok oluşuna, neyin karşılığında göz yumuyorsunuz?'Kimse görmez, ne de olsa basın bizde; Kimse duymaz, ne de olsa sansür bizde; kimse bilmez, ne de olsa yargı bizde' diyerek hareket edince, yapılanlara göz yumacağımızı mı sanıyorsunuz? Eğer Muğla’mızı sahipsiz, Millî Parklarımızı da kimsesiz zannediyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Millete inat, patrona itaat anlayışınızla, devrinizin daim olacağını sanıyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Adı, Yap-İşlet-Devret, özü, “Yak-Yağmala-Yok et” projeleriniz, yanınıza kalır diye düşünüyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Çünkü artık İYİ Parti var. Milletimizin çalınan ve yağmalanan her bir karış toprağının, kopartılan her bir çiçeğinin, ağacının hesabını soracağız! Talana yol verenden de, altına imza atandan da, çanta taşıyandan da, hesap soracağız. İhaleyi alandan da, şantiye kurandan da, ranttan beslenip semirenden de, hesap soracağız. Şimdiden tüm ilgilileri uyarıyorum. Herkes ayağını denk alsın. Bunun şakası yok.O sandık, elbet milletimizin önüne gelecek. Biz de milletimizden yetkiyi alınca, göz göre göre bu ihanete paydaş olanlardan, milletimiz adına hesap soracağız. Yargıyla soracağız, Danıştay’la soracağız, Sayıştay’la soracağız! Ve ne olursa olsun; bu işin peşini bırakmayacağız! Aziz milletim; bir sandıklık siyasi ömrü kalanların, acınası çırpınışlarına, kaçınılmaz sonlarını görenlerin, hezeyanlarına, koltuğunu korumak için, tüm değerlerini kaybedenlerin, hakaretlerine maruz kaldığımız, bir haftayı daha, geride bıraktık. İktidar mensupları; sebep oldukları krizler derinleştikçe,beceriksizlikleri gün gibi meydana döküldükçe, söyleyecek yalanları, anlatacak masalları, üretecek bahaneleri kalmadıkça, artık pis dillerini, öfkelerini, nefretlerini, açık etmekten çekinmiyorlar."