İnsanoğlu, yeryüzündeki en zeki varlık olarak tanımlanır. Ancak ne acıdır ki, aynı zamanda kendi kendine en büyük kötülüğü yapan canlı olma unvanını da kimseye kaptırmaz. Şan, şöhret ve güç hırsına kapılan insanlık, bu uğurda doğaya, yani aslında kendi varlık sebebine, savaş açmış durumda.
Bugün yaşam standartlarımızı yükseltme uğruna attığımız her adım, geleceğimizden bir parça eksiltiyor. Tüketim çılgınlığı, 21. yüzyılın en büyük salgını haline geldi. Sanki kaynaklarımız sonsuzmuş gibi harcıyoruz; sanki su hiç bitmeyecek, ormanlar hep yerinde kalacakmış gibi davranıyoruz.
Oysa doğa sessizdir ama intikamı sessiz olmaz.
Barajlarımız alarm veriyor, kuraklık kapıda. Ormanlarımız, maden ocakları ve betonlaşmanın arasında nefessiz kalıyor. En kıymetli iki hazinemiz – su ve ağaç – gözlerimizin önünde tükeniyor. Bunlar sadece çevre unsurları değil, yaşamın ta kendisi.
Evet, insan barınmalı, giyinmeli, üretmeli. Ancak sorulması gereken asıl soru şu:
Bu kadar israfa gerçekten gerek var mı?
Küresel ısınmayı, kuruyan gölleri, eriyen buzulları izlerken hâlâ “bana ne” diyebilir miyiz?
Doğayla savaş halindeyiz ve kazanmak üzereyiz.
Ama unutmayalım:
Bu savaşı kazanırsak, aslında kaybedeceğiz.












